ÖMER’İN ÇOCUKLUĞU

Ömer’in çocukluğu Tanzimat döneminin önemli şair ve yazarlarından biri olan Muallim Naci’nin sekiz yaşına kadar yaşadığı günleri anlatan bir hatıra kitabıdır.

Ömer, Muallim Naci’nin kendisidir. Naci onun kullandığı takma addır. Bu adı Aziz Efendi’nin “Naci ile Şehide’nin Hikâyesi” isimli öyküsünden ödünç almıştır. Muallim Naci bu hikâyeyi okuduktan sonra Naci ismini beğenir ve takma ad olarak kullanmaya başlar. Muallim ise ona uzun bir süre yaptığı öğretmenlikten kalan bir sıfattır.

Ömer’in Çocukluğu, MEB’in 100 Temel Eser Dizisi içinde yer alan bir kitap. Birçok yayınevi tarafından yayımlanıyor. Yayınevleri, kitabı daha çok ilköğretim düzeyine göre hazırlıyor. İncelenen bu kitap ise yetişkin düzeyine daha uygun bir kitap. Selim Gündüzalp tarafından hazırlanmış. Yine de kitabın dili çok sade, anlatımı çok akıcı. Bunun için bir yetişkinin okuyabileceği gibi bir ilköğretim öğrencisi de kitabı rahatça okuyup anlayabilir.



Muallim Naci’nin Hayatı:

Muallim Naci 1850 yılında İstanbul’da doğdu. Asıl adı Ömer’dir. Sekiz yaşındayken babasını kaybettikten sonra annesi ve ağabeyi ile birlikte bugün Bulgaristan sınırlarından bir kent olan Varna’ya, dayısının yanına gitti. Orada medrese öğrenimi gördü.
 Varna’dayken ağabeyinin ön ayak olmasıyla Arapça ve Farsçayı öğrendi, yazı ve edebiyat dersleri aldı. 1867’de yani 17 yaşında Varna Rüştiyesi’ne muallim oldu. Burada Naci mahlasıyla şiirler yazdı.

1870’de Varna’ya gelen tanınmış devlet adamı Sait Paşa, rüştiyeyi denetlerken Naci’yle tanıştı. Onu çok beğenip memur olarak yanına aldı. Bundan sonra Muallim Naci, Sait Paşa’nın yanında Anadolu ve  Rumeli’de birçok yerde memurluk yaptı. Bir süre sonra Paşa’nın özel yazmanı oldu. Sait Paşa, Hariciye Nazırı olunca Naci de bakanlıkta görev aldı. Sait Paşa, Berlin elçiliğine atanınca, Naci ondan ayrıldı ve gazeteciliğe geçti.
1883’te Ahmet Mithat Efendi’nin çıkardığı Tercüman-ı Hakikat gazetesinin edebiyat sayfasını yönetti. Bir yıl sonra da Ahmet Mithat Efendi’nin kızıyla evlendi. Daha sonraları başka gazetelerde çalıştı. Mekteb-i Sultani ve Mekteb-i Hukuk’ta edebiyat dersleri verdi. 1893’te, 43 yaşında hayatını kaybetti

 Muallim Naci bugün adı çok fazla anılmayan bir edebiyatçıdır. Fakat o şiirden anıya, mektuptan tarihi kitaplara kadar birçok konuda eserler yazmış bir sanatçıdır. Bununla birlikte önemli bir kültür adamıdır. Kırkın üzerinde eseri vardır.

Muallim Naci Türk edebiyatında hak etmediği bir ithamla anılır. Döneminde yeni edebiyatın hazırlayıcılarından olan Recaizade Mahmut Ekrem’le yaptığı edebiyat tartışmaları yüzünden kimi edebiyat tarihçileri onu eski edebiyat taraftarı olarak değerlendirmişlerdir. Oysa o yeni edebiyatı kucaklarken eski edebiyatın güzelliklerini terk etmek istememiştir. Mehmet Kaplan, Kenan Akyüz, Nihat Sami Banarlı gibi önemli edebiyat araştırmacıları Muallim Naci’yi bu yönde savunurlar

Eserin İncelemesi:

Daha önce de belirtildiği gibi kitap Muallim Naci’nin çocukluk hayatını anlatıyor. Naci böyle bir kitabı niçin yazdığını soranlara:
“Bu hatıralarımı niçin yazdığımı sorsalar herhalde hiçbir cevap vermeye gerek görmem. İçimden geldi yazdım. Diyelim ki bu da bir çeşit çocukluktur.”diye cevap veriyor.

Kitap, doksan beş sayfalık hacimsiz bir kitap. Her biri üçer, dörder sayfalık yirmi iki anıdan oluşuyor. Bunlar, Muallim Naci’nin aile bireylerini tanıttığı, okul hayatından bahsettiği, oyun çocukluğunu anlattığı, ev ve komşularından bahsettiği anılar şeklinde gruplanabilir. Bununla birlikte bu grupların dışında tutulacak müstakil nitelikte anılar da vardır.

Ailesiyle ilgili anılarda ev halkıyla ilgili şunları anlatıyor:
Ömer’in ailesi dört kişilik bir aile. Anne baba ve iki erkek çocuktan oluşuyor. Babanın adı Ali, anneninki Fatımatüzzehra, ağabeyinki Mehmet. Ve ailenin en küçüğü sekiz yaşındaki Ömer.




Babası:
Ömer babasını çok iyi anlatır. Babası onun için bir mükemmellik abidesidir. En başta çok iyi bir aile babasıdır. Ailesine çok düşkündür. Çocuklarını en güzel şekilde, İslam terbiyesiyle yetiştirmeye çalışır.
Ömer’e göre çok yakışıklı, iyi giyimli, bilgili, mert bir insandır. Saraççılıkla uğraşır. Saraçhanebaşı’nda küçük bir dükkânı vardır. İşleri yolundadır. Ailesini muhtaç etmeyecek kadar kazanır, onlara iyi bir hayat temin eder. Çok dürüst, güvenilir bir esnaftır. Bu yüzden iş çevresindeki arkadaşları ona büyük saygı duyarlar. 46 yaşında öldüğünde binlerce lira alacağı olmasına karşın yalnızca altmış kuruş borcu vardır.

Ömer hayatı boyunca babasına duyduğu sevgiyi kaybetmez. Bu kitabı yazdığı 40 yaşında dahi babasından bahsettiğinde gözyaşlarını tutamaz. Babasına sevgisi sonsuzdur.

Muallim Naci’nin babasına bakışı ile Yakup Kadri’ninki birbirinin tam tersidir. Yakup Kadri anılarında babasını nefret ettiği biri olarak anlatırken Muallim Naci babasından bir melek diye söz eder.


Annesi:
Ömer kitapta annesiyle ilgili de birkaç anıya yer veriyor. Bir tanesi şöyle:
Ömer bir gün eve gelirken bir kadın camdan ona seslenir. “Şu kadın sizin kiracıyı görmek istiyor.” deyip Ömer’e bir kadın gösterir. Ömer yabancı kadını peşine takıp eve götürür. Eve geldiklerinde kadının delice biri olduğunu, kiracıyı da tanımadığını anlıyorlar. Annesi kadını evden uzaklaştırmak istiyor. Ömer’le anlaşıp küçük bir plan kuruyorlar. Kadına “Bizim kiracı taşındı, şimdi falanca yerde kalıyor.” deyip Ömer’in peşine takıyor tekrar. Ömer onu çıkmaz bir sokağın başına götürüp eve geri dönüyor. Böylece kadını atlatmaya çalışıyorlar. Fakat kadın birkaç dakika sonra tekrar evi bulup geliyor. Kapıyı birkaç tekmeleyip Ömer’le annesini biraz korkuttuktan sonra çekip gidiyor. Annesi Ömer’i bir daha eve tanımadığı birini getirmemesi için tembih ediyor.  Böylece güzel bir anı yaşıyorlar. Olayın komik tarafı camdaki kadının da Ömer’i kandırması. O da yabancı kadının deli olduğunu anlayınca Ömer’i rasgele görüp kadını peşine takmıştır.


Ağabeyi:
Ömer’in ağabeyi Mehmet, hayatındaki önemli bir başka kişi. Mehmet Ömer’den on yaş büyüktür. Ama ona arkadaşı gibi davranır. Yeri geldiğinde ona derslerinde yardımcı olur, hikâyeler anlatıp eğlendirir.  Bu şekilde onun sevgisini kazanır.

Muallim Naci hayatının geri kalan kısmında da abisinin çok yardımını görür. Gençlik yıllarında Varna’da yaşarken abisi özel derslerle onun Arapça, Farsça, Fransızcayı öğrenmesini, yazı ve edebiyat dersleri almasını sağlar. Bu nedenle Muallim Naci Abisinin onun hayat öğretmeni olduğunu söyler.


Okul Hayatı:

Ömer’in okulla ilgili anıları ise üzerinde olumlu izler bırakmamıştır. Okulu hiç sevmez. Çünkü hocası ve aldığı dersler onun için sevimsizdir. Hoca yaşlıdır, asık suratlıdır, öğrencilere karşı çok katıdır. Ömer ondan korktuğu için okula gitmek istemez. “Bana yazık değimli” başlıklı anısında hocasının korkusundan okula gitmediğini anlatıyor:

Ömer bir gün okula gitmez. Sonraki gün gittiğinde hocadan dayak yiyeceğini bilir. O gün de gitmek istemeyince onu babası okula bırakmak ister. Okulun önüne vardıklarında yiyeceği dayaktan korkarak usulca ağlamaya başlar. Çocuk saflığıyla “bana yazık değimli babacım!” diye babasına yalvarır. Babası da onun bu haline duygulanır. Hocaya durumu izah ederek Ömer’i dayaktan kurtarır.


Sonuç:

Muallim Naci, Ömer’in Çocukluğu’nda okulda geçen günlerini, yaramazlıklarını, babasının ölümünden duyduğu üzüntüyü, ağabeyinin ona bir anlamda hayat öğretmenliğini yapmasını bir çocuk kalbinin samimiyeti ve saflığıyla anlatıyor. Çocukluk günlerini anlatırken aynı zamanda 1850’li yıllarda sokak ve mahallenin kendine özgü dünyası, yaşadığı toplumun inançları, gelenekleri, hassasiyetleri gibi bazı konularda bilgiler de aktarıyor. Böylece okuyucuya, 1850’li yıların çocukluğuna tanıklık etme fırsatı sağlıyor.