Başka bir Tanpınar’ın hikâyesi var günlüklerde; kadın arzusu, parasızlığı, korkuları, hastalıkları, kıskançlığı ve yalnızlığıyla insan olan Tanpınar…

        Tanpınar bir gün öğrencisi asistanı ve dostu M. Kaplan’a “Benim bir gözüm güler bir gözüm ağlar.” Demiştir. İşte o ağlayan gözün hikâyesi var her bir sayfada ve neredeyse her satırda o gözden süzülen gözyaşları… Belki de ölümünden kısa bir süre önce kendisini, tanımak isteyen Antalyalı bir gence cevaben yazdığı ve 1963 yılında “ Antalyalı Genç Kıza Mektup” adıyla M. Kaplan tarafından yayınlanan mektubunda:  kendime gelince… insan o kadar mühim değildir. Ben de herkes gibiyim.” Diyen Tanpınar’la “başka türlü ritmi olan ve mekânla eşya ile içten kaynaşan bir zamana gitmiştim,” diyen, Tanpınar arasındaki ikilemin hayata geçmiş, keleme alınmış şeklidir günlükleri. Tanpınar yine aynı mektupta bir insanın ancak hayatın küçük meselelerinden sıyrıldığı zaman kendini bulabileceğinden bahseder.

            Günlüğü, ilk 1953 yılındaki ilk Avrupa seyahatinden 24 Ocak 1962’deki son yolculuğuna kadar geçen dokuz yıllık süreyi kapsar.

            Günlük sayfaları özellikle Avrupa’dayken gezdiği müzeler, yerler ve tanıdığı insanlarla ilgili notlar, okuduklarına dair bilgilerle doludur. İkisi kısa toplam dört kez Avrupa’ya gitmiştir.

            Günlüklerde ayrıntılı bilgi alamasak da 1901’de İstanbul’da doğduğunu, babasının kadı olduğunu ve annesinin o küçükken öldüğünü biliyoruz. Annenin erken kaybı onda, satır aralarında hissedilen bir içe kapanmaya ve sonsuzu arama arzusuna dönüşmüştür. Bunu yine Antalyalı Genç Kıza Mektup’unda “sonsuzluk dalga dalga vücudumu ve ruhumu doldurdu.” “üç yaşında iken bir gün kendime rastladım” “manzara sadece muhteşemdi fakat bu güzellik bana acayip bir ölüm düşüncesi arasında geldi” gibi cümleleriyle de nalamak mümkündür. (Kerkük Hatıraları)

            Günlüklerinde yer alan belli başlı meseleleri genel başlıklar halinde toplayacak olursak:




1)PARASIZLIK

            Parasızlığı her anlamda engel ve utanç kaynağı olarak karşısına çıkmıştır. Yazar bir türlü gelir-gider dengesini kuramaz. “ah bir parası olsa çok şeyi tamamlayabilecektir.” Parasızlığı hayatındaki tüm eksik işlere ve yanlışlara sebep olarak görür. Aslında kendi ifadesiyle günlüklerin yani hayatının sonuna doğru “ekşimesinin” de asıl sebebi para sıkıntısıdır.
           
            Bu sıkıntı ve piyango ümidi eserlerine de konu olmuştur. Örn. İlk ikramiye adlı hikâyesinde büyük ikramiye, beş bin liradır, tıpkı o dönemde Tanpınar’ın borcu kadardır
Günlükler önce ah bir 2800 liram olsa diye başlar ve sonra borç giderek artar. Hatta günlüklerin bir sayfasına “kâğıt alacak param yok.”diye yazmıştır.
           
            Günlüklerde tüm çevresini arkadaşlarını, hatta gördüğü her şeyi kendi süzgecinden geçirerek roman ya da hikâyelerinde malzeme olarak kullandığını görüyoruz. Son yıllarında komşu balkondaki kız kardeşlerden tam bir roman çıkacağını yazar. Aslında o, kendini de bir roman kahramanı gibi büyük bir trajediyle birlikte günlük sayfalarına yazmıştır. Şiirlerine bakacak olursak da bu trajediyi görmemiz mümkündür.
           
            Ne kadarı gerçek ne kadarı hayal onu bilmeye imkân yok ama yazar, özellikle sonlara doğru her şeyden bıkmış haldedir ve sürekli şikâyet eder.

            30 Nisan 1959 sabahında “moral yapıcı edebiyatı sevmem.”Diye yazmıştır. Gerçekten de tüm yazılarında mutluluğu sevmez bir hali vardır.
            7 Eylül 1953 tarihinde, kardeşi Kenan’a yazdığı mektupta, “Hayatımda hiç bu kadar mesut olmadım. Sırtımda yüzümde güneş var…” diye yazar. Düşündürücü olanı ise günlüklerine en son 5 Eylüle ait kısa bir not düşmesidir: “ Yemek, bütün gece konuşma.” O çok mutlu olduğu 7 Eylüle ait bir yazı yoktur. Hatta günlüklerinde 10 Eylüle kadar herhangi bir not da yer almaz.  10 Eylül 1953’te “ Hülyaya sarf ettiğim saatleri çalışmaya sarf edebilsem…” diye yazmıştır. Bu yazı, mektupta yazdığı mutluluğun da gerçekte var olmadığı hissine kapılmamıza yol açar.
           
            25 Mart 1961’de borçlarından bahsederken “Amerikan donanmasının topları bana çevrilmiş sanıyorum.”der ve ekler: “tıpkı ev sahibine borcum olduğu zamanlar, tavandaki her gürültüyü onun yürüyüşü sanmam gibi ”

            Hayattı boyunca kendine ve hatalarına karşı son derece acımasız olduğunu gördüğümüz Tanpınar 19 Haziran 1961 tarihli günlük sayfasına “ders almadan yaşadım.”der.

            Avrupa’ya çok geç gidişi de onun için önemli bir sorundur. Tanpınar’a göre bu gecikme birçok şeyi engellemiştir. Gecikmenin sebebi ise yine parasızlıktır.

            Sürekli bir mutsuzluk, elde edemeyiş ve bıkmışlık içindedir. Hep içinde bulunduğundan daha büyük bir felaket bekler. 2 Temmuz 1956’da 19. Asır Türk edebiyatı Tarihinin 2. Baskısı çıkmıştır ama o, bununla bile mutluluk duymaz ve “Hayatımın bütün mutlu anları gibi bunun da…”  2. baskı çıktığında Tanpınar hastalanmıştır. Bu hastalıklar ve hastaneye yatışlar, kitaba sevinmesini engellediği gibi hayatında sürekli hükmeden bir korku halini alır.
        
         Her anlamda utanç kaynağı olan parasızlığına bir son vermek ister sürekli planlar yapar fakat asla planları yaşama aktarılmaz. Planların uygulamaya geçemeyişine de yine paranın yetersizliğini sebep gösterir.
            “Bende eksik olan şey hayata karşı mukavemettir” demiştir günlüklerin bir sayfasında. Aslında parasızlığı da bu mukavemetsizliğin bir sonucudur.
 Ailesinde babanın ölümü üzerine kız kardeşi onun çocukları ve Kenan tamamen Tanpınar’ın eline bakmaktadırlar. Bu da Tanpınar’ın parasızlığını katmerler. Onlar için daha iyisini ister her zaman.

                       

            2) KORKULAR

            Hayatındaki diğer önemli mesele de korkularıdır.
            Hastalığının ilerlemesinden korkar. Ölümden korkar. Parasızlık girdabının büyümesinden korkar. Ülkenin hatta dünyanın geleceğinden korkar.

            24 Ağustos 1961’de “İçimde acayip korkular var. Kendim için, herkes için korkuyorum. Eserim için korkuyorum.” Der.

            Yıllar önce Harbiye’de hapiste kaldığı günlerin açığa çıkmasından korkar. Hatta N. F. Kısakürek tarafından şantaj yapılma ihtimalini bile düşünür ve bundan da korkar.

            Rüyaları bir diğer korku kaynağıdır. 8 Mart 1954’te “ Rüyalar, riyalar… Ve yalnızlık.”diye yazar. Ruhundaki farklılıklar, hastalıklar belki de tutarsızlıklar rüyalarında yer almakta ve korkuları rüyalar yoluyla daha da derinleşmektedir.
            4 Mart 1954 ‘de “ Salı sabahı. Korkun.ç bir rüyadan uyanma.para meseleleri daha trajik yapıyor.” Der. Adeta normalde gerçek hayatında hep kâbus görür, bunu romana rüya âlemi olarak aktarır. Aynı şekilde Antalyalı Genç Kıza Mektup’ta rüyanın kendisini Freud’a kadar götürdüğünden bahseder.

            Ölüm korkusu da önemli bir korkusudur. Önce annesinin erken ölümü sonra da babasını kaybetmesiyle belirir. 19 Nisan 1961’de yitirdiği arkadaşları ardından bir kez daha korkar ölümden ve “ her gün yeni bir ölüm haberi işitiyorum” der. Kız kardeşinin sıhhatinden endişe ettiğini belirtir.
            Y. Kemal, Kazım Köni, Hasan Ali Yücel, P. Safa gibi yakınlarının acısıyla sürekli olarak ölümü hatırlar.
            Zamanının planlarına yetmeyeceğinden korkar. “Çeşitli korkular. Başta bir an sonra geleceğin korkusu. Bilinmezin korkusu.”




            3) CİNSİYET

Tanpınar, kadın ya da aşk eksikliğini pek çok günlük sayfasında dile getirir.

            O, güzel kadına ister öğrencisi olsun, ister arkadaşının eşi, isterse sokakta gördüğü herhangi bir genç kız, hayrandır. Bu hayranlığını da açıkça yazmıştır. Ona göre kadın inandan başka bir sınıfa aittir. İnsan olamayacak kadar estetiktir.

            Bir kez âşık olur ve evlenme hayali kurduğu bu genç hanımın yakın bir arkadaşıyla evlendiğini duyduğunda yıkılır. O hanımla hala ara sıra dost meclislerinde karşılaşırlar.
Duyduğu inanılmaz yalnızlık ve hiç evlenemeyişi de kadına bakışını maddileştir belki de kadını farklı bir iklim olarak görmesine sebep olmuştur.

            20 Ağustos 1953’te, Paris’te: “ Hayatımda aşk yok. Beni ancak o diriltebilir.” Der ve ekler “yahut muntazam çalışmak.”

            Mehmet Kaplan’ın Y. Kemal’de bulduğu boşluk fikrine katılır ve bu konuyla ilgili olarak: “bende boşluk yok çünkü boşluğun yerini erotik düşünce ve korku dolduruyor.” Der.

            Kavuşmadığı aşkına tutku ile bağlı olsa da bunu dillendiremez, çevreden çekinir.
1 Ağustos 1961’de  “Cinsi meseleler çok yer alıyor hayatımda, bir türlü yalnızlıktan kurtulamıyorum. Der.





            4) SANAT AŞKI

Günlüklerinde göze çarpan bir diğer nokta ise sanata duyduğu ve asla ödün vermediği aşkıdır.
O sanatın her türüne ilgi duyar.

            Onun için, Resim Mekân Sanatı, Müzik; zaman sanatıdır. Mimari ve edebiyatla ilgili tespitleri son derece önemlidir. Sanatların harman yeri gibi olacağını ve iç içe olmaları gerektiğini düşünür. Kendi sanatı için de önce resimden sonra musikiden yardım alır. Beethoven onun için çok önemlidir.19 Temmuz 1953’te, Paris’te, ancak musikiden bir iç alem hazırlanabileceğini söyler.

            20 Temmuz 1953 gecesi yine Paris’te musiki etkisi ve mutsuzluk dolu satırlara şu mısraı ekler: “Tahtadan ve yumuşak rüya işçiliğinde” bu mısraı “BİR HEYKEL İÇİN” şiirinde yer alır.

            “Eşik” adlı şiiri için neredeyse, günlüklerinin her sayfasında yer alır. Bir şiir için bile yıllarca uğraşacak kadar ayrıntılara dikkat eder. 

            Haziran 1961’de bu kez ümitle yazar: “Türkçeyi ve hece veznini, Türk duyuşunu ve görüşünü biraz daha, bugünkünden çok daha ileriye götürmekten ümidimi kesmiş değilim. Daha yapacağım iş var. Buna eminim.”

            Zengin ve çok cepheli bir kültürü olan Tanpınar her şeyden önce bir şair olarak tanınmak ister. Y. Kemal ve Haşim’i tanır ve onlar gibi o da nesirle şiiri ayırır. Ona göre nesir geniş, şiir ise dardır.

            Şiir onun için mükemmeliyeti olan halis bir sanattır.” Der Mehmet Kaplan. Zaten Kaplan hoca onun şiir ve nesri ayıran makalesini Edebiyat Üzerine Makaleler de yayınlamıştır.
            Valery onun asıl estetiğini oluşturur. Yazara göre rüya, nesri ve şiiri ortak kılan yegane unsurdur.
            “ Şiir dil vasıtasıyla bir nevi rüya hali oluşturmaktır.”der.  Tüm günlüklerine hâkim olan ekşimesinin yansımadığı tek alan sanatı, şiirleridir. Sanattan asla vazgeçmez. Sonsuza uzanan mısraı yazmak için ölmemeyi diler.
Kullanmadığım o kadar kelime varken…”der. Kendini ifade etme, kendini yorumlama ve sonsuzlaştırma çabası değil midir günlükleri?

            Günlüklerin bir yerine yazdığı “Bugün beni beğenmeyen, sesini çıkarmayanlar bir gün mutlaka bana dönecekler”  cümlesiyle de büyüklüğünün fark edileceğine olan inancını dile getirir.  Devrinde sanatının bilinmediği ve değerinin anlaşılmadığı yönündeki inancı pek de yersiz değildir.
            Abdullah Uçman, Handan İnci tarafından hazırlanan“Bir Gül Bu Karanlıklarda” (Tanpınar Üzerine Yazılar) adlı kitapta yer alan Mina Urgan’ın mektubu ilginçtir. Mektupta Mina Urgan’ın bile Tanpınar ı ancak onun ölümünden sonra okuduğu yazılıdır. Sanat gücü ve kültür milliyetçiliği ancak ölümüyle fark edilebilmiştir.
Şiiri kendi sesimiz yaparsak mısra olur.” Der. “Şiir söylemekten çok susma işidir.”derken neredeyse tüm yaşamını anlatmıştır aslında. O çevresine karşı susmuş sadece günlüğünde konuşmuş ve belki de sadece o satırlarla dertleşebilmiştir.
            İlk şiir kitabını 60 yaşında tamamlayıp çıkarabilmesi de şiirden asla taviz vermemesinin sonucudur. “şiirde kendimin peşindeyim.” Diyerek şiirinin amacını belirtir.
           
            10 Ağustos 1953 tarihinde “şiir çalışırken yazılır.”der ve bitiremediği ancak her zaman tasarladığı şiirine ait bir mısraı tekrar tekrar yazar: “ mahzun dönüşleri son vapurların” bu mısraı ilk kez temmuz 1953’te tasarlar. Bu sırada Paris Metrosundadır.
sanatkar büyük sanatkarlarla hesaplaşan damadır.” Der ve ekler “Valery’nin bitirdiği yerden başlamalıyım.”
            Son derece set ve kendinden emin çıkışları da yer alır günlüklerinde. “sıfırdan başladım. Bu sıfır Haşim ve Kemal hariç Türk şiiriydi.” Deniz manzumesinin Türkçenin  beş on şiirinden biri olduğunu söyler.
            “Taviz vermeden işime devam edeceğim. Kendime göre Türkçe yapacağım.” Derken parasızlık engeline takıldığını da sık sık dile getirir.

            Musikiye ayrı bir gözle bakar ve musikinin daima saf şiire örnek olabileceğini düşünür. Bahch, Vivaldi, Beethoven ve Mozart ilhamını teşkil eden kaynaklardandır.
  “Bach: Motiflerin karşılaşması. O neşe ve saadet ancak bir romanda taklit edilebilir.”



                        5)GECİKMELER

Gecikmeler de günlüklerine hâkim bir diğer başlıktır. Avrupa gezi parasızlık yüzünden ancak yirmi bir sene sonra gerçekleşir. 7 Mart 1954 ,  “hiçbir hatamı tahsis edecek yaşta değilim. Hayatımdaki her şey yarım ve parça parça.”  
            Çok sevdiği müziği dinlemek için bir pakaba ancak 60 yaşında sahip olur. Polonezköy’e de hiç gidememiştir. Bunlar onda büyük yaralar açar.

            1941’de Bursa’da Hülya Saatleri” adıyla “Bursa’da Zaman” ı neşreder. 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’ni yazmaya başlar.
            1942 de Maraş milletvekili olur.
            1945’te Baş Şehir basılır. Olan hiçbir şeyin zamanında olmadığını söyler. aynı şekilde aşkı da gecikmiştir. Onu elde edemez.
            Tüm bu gecikmelerle kendini bir yere ait hissedemez. Birinci defterde Nisan 1953’te ilk Paris seyahatinde birinci defterde Nisan 1953’te ilk Paris seyahatinde “ Şehir benden kaçıyordu. Öyle ki kabuğun üstünde yaşıyorum hissini duyuyorum. Kabuk sert bir madde, sizi reddeden bir şey.”
            Gecikmeler ve parasızlığı kendi ifadesiyle “ekşimesinin” temel sebepleridir. Zaman ilerledikçe bu ekşime tüm yaşamına yansır. Örnek aldığı Y. Kemal’i bile beğenmez olur.
            Evlenememiş belki de evlenmemiştir. Aşkta da sanatta da istediğini yakalayamamıştır.
Kenan Tanpınar ona ilk Avrupa gezisi sırasında Batıda tanınıp tanınamadığını sorar. Bu soru Tanpınar’ın son derece canını sıkar. Çünkü en azından yaşadığı sürece istediği şekilde elbette tanınmamaktadır.


                        6)TESPİTLERİ SON DERECE DOĞRUDUR


            Siyasi, edebî ve toplumsal hayatla ilgili görüşleri yerindedir.
şurası muhakkak ki seyahat ufku genişletiyor fakat eser yazı masası başında yazılıyor.”
“kozmopolit olmama imkân yok çünkü yüksek tabakadan değilim… Aşağıda dipte çöreklenen yaşayan tabakaya gelince onu da benimsemeyeceğim aşikâr.” Diye yazdığı kendiyle ilgili tespitleri d e vardır.
İstanbulla ilgili yerinde tespitleri vardır. İstanbul un büyük bir Köye dönüştüğünden bahseder.  Demokratikleşme bizde henüz altyapı olarak tamamlanamamasından ve hürriyetin muhafaza zorluğundan bahseder.
Türkiye nin derdi sanayileşmedir

            27 Mayıs İhtilalinde Türkiye de değildir. İhtilali basından ve arkadaşlarından öğrenebildiğiyle takip eder. Döndüğünde durumun gözlemlediğinden farklı olmadığını görür. O bunu önceden kestirebilmiştir.,
            Üniversitelerin yeniden altüst olacağından ve her türlü fikrin zafer kazanacağından bahseder. Korkmaktadır ve ülkenin olduğu kadar dünyanın da namuslu, akıllı bir devlet adamına, sağlam seviye adamına ihtiyacı olduğunu dile geitrir.
            Halk Partisine “ h.P. her işi yarım gördü ve lüzumsuzu elzem zannetti.” Der. Ekler: sağlam devletçiliğin kuracağı yerde ikisinin ortası bir yol tuttu,… sanayi tesis edemedi. Liseyi, yüksek tahsili ciddileştirmedi. Bunu yapsaydı köylü refah kazanır, aydın bilinçli olurdu.” Der.
            Siyasi fikirlerini ve ülkenin geleceğine dönük planlarını yapamayacağını anlayınca milletvekilliğinden istifa eder.
            Dinin doğru anlaşılmasıyla ilgili cümleler vardır.
             Üniversite arkadaşlarından 147 kişinin uzaklaştırılması olayı ona 1910’da babasının durumunu hatırlatır. Babası da benzer bir şekilde işsiz kalmıştır.  Siyasetin üniversiteye derinden girmesine çok üzülür.
            İnönü’ye son derece bağlıdır ve saygı duyar fakat çevresindekilerin onu küçülttüğünü düşünür. Bu bahsedilen çevrede M. Şevket Esendal da vardır.
Kendisi ve siyasi yeriyle ilgili: “ eserimi sathi okuyorlar. Ve her iki taraf da ona göre hüküm veriyor. Huzur ve beş şehir’le solu tutuyorum,  Türk musikisi ve tarihten bahsederek de sağcı oluyorum. Ben sadece eserimi yapmak istiyorum.”

İçinde bulunduğu belli başlı 4 çevre vardır:
a) Aile Çevresi            b) Dergâh çevresi       c) CHP çevresi           ç) Ünv. Çevresi
                       
           
                                   Aile Çevresi
            Ailesi hayatında önemli bir yer tutar. Annenin erken ölümü onu derinden etkiler. Büyükannesi ve kardeşiyle kaldığı Kelkit de yaşadıklarından izlerle gelişen batıl inanç motifi,  “Bir Yaz Gecesi” adlı hikâyesinde işlenir.
            Hayatındaki trajediyi günlüklere aktarır. Bir çok yerde “benim trajedim” der.
            9 Şubat1962’de Vatan’da yazan Hilmi Ziya Ülken onun için: Şair ve âlim iki şahsiyet: bu iki insanı paylaşmış olduğu zaman, onu rahat rahat takip edebilirdik. Fakat bazen bu iki insan yan yana gelir ve boğuşurdu.” Der ve ekler “ sosyal hayatta da bu iki insan vardı: Biri kılıksız öteki şık, biri perişan öteki muntazam… biri kudretli öteki zayıf…”
 Aslında Tanpınar’ın Antalyalı Genç Kıza Mektubunda yazdığı: İstanbul da iki memuriyet arası kalıyorduk.” “iki evin arasındaki güneş” gibi ifadeleri de ruhundaki ikiliğin daha çocukluk yıllarında başladığını gösterir. Yine “Teslim” adlı hikâyesi ruhundaki ikiliği açığa vurur. Aldatan ve aldatılan iki kahramana yaymıştır kendisini. Bu özellikleriyle bu hikaye neredeyse “biyografiktir” denilebilecek kadar Tanpınar’ı yansıtır.

            İyi bir aileden gelmiştir fakar zamanla erkek kardeşi Kenan için de ciddi endişelere kapılır. Kenan içki ve kumar girdabındadır. Yinede mektuplarında kardeşine karşı son derece içten ve babacandır. Yaşamındaki burukluk ve Nükte, mektuplarına da yansır.





                                   DERGAH VE CHP ÇEVRESİ
Bu çevrelerle ilgili, Hasan Ali Yücel, B. Tuncel, Necmettin Halil Onan, Y. Kemal , Kemal Türköver, M. Ş. Esendal gibi isimler ilk akla gelenlerdir.
           
            Özellikle “ustam” dediği Y. Kemal önemlidir. Fakat Yahya Kemal’in kendisini övecek kişilerle görüştüğüne inandıktan sonra ondan da uzaklaşır.
           
            Sadece A. Kutsi Tecer’i ağır eleştirilere maruz bırakmadan sever.  Sadece Zaman zaman onun da iktidara yaranmayı sevdiğini yazar. kemal türköver’i sever ve sık sık ondan yardım ister.
            Necmettin H: Onan’ı da sevmez özellikle sonlara doğru onu da istemez. Kendisinin de onun tarafından sevilmediğini yazar. Oysa ölümü üzerine evine ilk gidenlerden ve gerçekten üzülenlerden biri de Necmettin Halil Onan’dır.

                        ÜNİVERSİTE ÇEVRESİ
Diğer CHP ve Dergah çevresine olduğu gibi bu çevreye de son derece kırgındır. Sürekli değerinin bilinmediğinden şikayet eder. Bu biraz “ekşimişliğinin” neticesi olsa da bir kısmı da doğrudur.

            Bedri Rahmi Eyüboğlu, ağabeyi Saadettin Eyüboğlu’na 31 Mart 1961 ‘de Tanpına r için şunları yazar: “Hamdi’nin bu günlerde mıngırı düşük. İçki içmez oldu. Öksürmesini de bir türlü öğrenemedi.”
            Asistanı Kaplan’ı beğenir ama son zamanlarında ona karşı da genel bir kıskançlığı vardır. Yine de Erzurum’a giden Kaplan’a sık sık içten mektuplar gönderir. Ondan haber bekler onu merak eder.
            28 ekim 1960 Da Milli Birlik Komitesi’nin 147 arkadaşını görevden alıp kendisine dokunmaması üzerine dahi kırılır. “ben unutulmuşum” diye de sitemini dile getirir. Bu olayla dahi kendisinin fark edilmediğini hisseder.
            Irak’a orta öğretim öğretmeni olarak gitmeyi kabul eder fakat en büyük derdi kitaplarından ayrılmaktır. Onu böyle bir çaeresizliğe atan her şeyden bıkmıştır ve yorulmuştur.
            Belki de ölümü, sonsuza ulaşıp sıkıntılardan kurtulmanın son çaresi olarak gördüğü için istediği kin dolu şu satırları yazar : “Her şey berbat geberip suratlarına çarpmak istiyorum”  bu satırlar Tanpınar’ın son günlerinin mutsuzluk ve ümitsizliğinin yansıtıcısıdır.